Bugün bir kez daha açıkça söylemeliyim: bir ülkenin onuru, sadece sınırlarında konuşan güçlerin sayısıyla ölçülmez; onun gerçek gücü, kendi kaderini tayin edebilme iradesiyle, iradesini destekleyen bilgi ve teknoloji altyapısıyla ölçülür. Dünya sahnesinde son zamanlarda yaşanan gelişmeler, bize gözümüzü daha da açacak dersler veriyor. Sahip olduğumuz güvenlik araçlarının, bakım-hizmet ve yazılım bağımlılıkları yüzünden tek bir tuş ya da tek bir karar ile çalışamaz hâle gelmesi —veya dışarıdan stratejik bir baskı altında kalması— artık bir iddia değil, tartışılan bir gerçeklik haline geldi. Bu gerçekliğin yakın dönem örnekleri uluslararası gündeme de yansıdı; F-35 programına dair tartışmalar, bazı uçakların operasyonel bağımsızlığının sınırları ve bölgesel olaylar bu konuyu gündemimize taşıdı.
Bu, yalnızca teknik bir arıza meselesi değildir; bu, egemenlik meselesidir. Bir milletin savunma doktrini, dışarıya bağımlı bakım-onarıma, tek bir tedarikçi veya tek bir teknoloji aktörünün takdirine muhtaç olmamalıdır. ‘Karanlık’ senaryolarında, dost dediğiniz ülke dahi stratejik tercihlerini kendi güvenlik çıkarlarına göre belirleyebilir; uzun vadede, sizin hava sahanızda ya da savunma hattınızda elinizi kolunuzu bağlayacak araçlarla “güvence” verildiğini düşünmek akıl dışıdır. Son dönemde yaşanan bazı olaylar, yalnızca askeri aktörlerin değil, aynı zamanda bölgesel siyasetin de nasıl hızla değişebileceğini, modern silah sistemlerinin arkasındaki tedarik, yazılım ve bakım kanallarının stratejik zafiyetler yaratabileceğini gösterdi.
Peki ne yapacağız? Millî bir güç inşa etmek için iki başlıca ilke rehberimiz olmalı:
Bu iki ilkeyi hayata geçirmek için somut adımlarımız var: yerli motor, milli aviyonikler, bağımsız görev yazılımları, yerli mühimmat ve bakım altyapısı; aynı zamanda bu ürünlere hayat veren mühendislik tabanının güçlendirilmesi. Savunma harcamaları yalnızca satın almaya yönelmemeli; aynı zamanda sermaye ve insan kaynağı olarak ülkenin teknolojik ekosistemine yatırılmalıdır. Böylece hem iş sahası doğar hem de bağımsızlık güçlenir.
Dünya siyaseti bize şunu öğretmelidir: büyük güçlerin silahı ne kadar muktedirse, bir o kadar da o silahın kullanımının arkasındaki lojistik, yazılım ve bakım kanallarıyla o güçle ilişkilidir. Bir jetin iniş kalkışını, bir yazılım anahtarının teslimine, bir mühimmatın tedarik çizgisine muhtaç olmak; milli onuru, bağımsız karar alma kabiliyetini, kriz anındaki refleksleri zayıflatır. Bu zayıflık siyasi sahada, masada ve gerektiğinde çatışma cephesinde bedel ödetir. Bir daha benzer sürprizlere maruz kalmayız — bunun için hazırlıklıyız ve hazırız.
Anadolu Birliği Partisi olarak, bu vizyonu sadece nutuk düzeyinde bırakmayacağız. Bizim programımızın omurgası şunlardır:
Bu program, ne emperyalizme ne Siyonizme boyun eğen bir doktrinle çelişir; tam tersine, bağımsız ve itibarlı bir dış politika için zorunludur. Bizim iddiamız, güvenlik ve onur bazlı bir dış politika yürütebilecek kapasiteyi inşa etmektir — bunu da ancak teknoloji-ve-ahlak birleştiğinde başarabiliriz.
Son sözümüz: Milletimiz sabrın, inancın ve çalışkanlığın temsilcisidir. Biz, yüzyıllardır ayakta kalmış bu coğrafyanın çocuklarıyız. Kurtuluş ruhunu yeniden canlandırırken, Türkiye’nin İkinci Yüzyılı’nı inşa edecek donanımı kuracak, herkese güven verecek ve hiçbir dış odak tarafından “kilitleme” tehdidine muhtaç olmayan bir stratejik bağımsızlık planını hayata geçireceğiz. Bu, yalnızca bir savunma projesi değil; bir onur, kimlik ve gelecek projesidir.
Allah’ın izniyle, milletimizin azmi ve Anadolu’nun dirayetiyle biz hazırız. Bu yolda yürümeye, omuz omuza çalışmaya çağırıyorum.
Bedri Yalçın
Anadolu Birliği Partisi Genel Başkanı